Bursa mutfağı, yüzyıllar boyunca biriktirilmiş kültürel tatların, coğrafyanın sunduğu bereketin ve göçlerin taşıdığı alışkanlıkların iç içe geçtiği, köklü ve güçlü bir mutfak.
Her şeyden önce toprak çok şey söylüyor burada.
Şeftali bahçelerinden, zeytinliklere… incirin, kestanenin, ahududunun bu kadar lezzetli olmasının bir sebebi var.
Toprağı verimli, havası tam kararında ve bu bereket, sadece tarımda kalmıyor mutfağa da yansıyor.
Bursa’nın sokakları kadar, sofraları da çok sesli.
Tarih boyunca Rumeli’den gelen göçmenlerin taşıdığı tarifler Anadolu’nun sade ama güçlü yemek anlayışıyla birleşmiş.
Bugün bir evde yapılan etli bamya, başka bir semtte usul usul kaynayan siron çorbasıyla aynı şehrin parçası. Bu kadar farklı damak zevkinin bir araya geldiği nadir şehirlerden biri Bursa.
Bursa deyince tabii ki ilk akla gelenlerden biri İskender kebap.
Tabii bu şehri sadece onunla sınırlamak büyük haksızlık olur...
Pideli köfteden Kemalpaşa tatlısına, Cennet künkünden zeytinyağlılara kadar uzanan dev bir lezzet repertuvarı var burada.
Yani öyle bir şehir ki, hem ayakta atıştırmalık bir simitle mutlu eder seni, hem de bakır tabakta gelen bir ana yemekle hayran bırakır.
İlçeler de ayrı bir âlem...
Mudanya’da taptaze balık, Karacabey’de zeytinyağlılar, Keles taraflarında mis gibi dağ havasında kurutulmuş otlar, Mustafakemalpaşa’da adını tüm Türkiye’ye duyurmuş tatlılar…
Her köşe, ayrı bir sofra gibi.
Ve belki de en güzel tarafı şu; Bursa’da yemek, sadece karın doyurmak değil!
Kalabalık sofralarda bir arada oturmanın, yemeği yapanın eline saygı duymanın, paylaşmanın hâlâ canlı kaldığı yerlerden biri burası.
Bir tatlının tarifini verirken “göz kararı” demek, aslında kuşaktan kuşağa aktarılan bir güven meselesi.
Bu yüzden Bursa’da yemek yemek sadece bir deneyim değil tam anlamıyla bir bağ kurmak gibi...
Şehre, geçmişe ve insana...