Bugün Türkiye’de kendini “Osmanlı torunu” ilan eden çok sayıda insan var. Tarih bilgisi birkaç diziden, birkaç süslü cümleden ibaret olanlar; ecdat kavramını yalnızca saray, kaftan ve kılıç gösterilerinden ibaret sanıyor. Oysa bir milletin büyüklüğü, köklerini ne kadar tanıdığıyla ölçülür. Sadece Osmanlı’yı bilip diğer Türk medeniyetlerini yok saymak, bir ağacın yalnızca en son dalını görüp köklerini inkâr etmektir.
Türklük binlerce yıllık bir medeniyetin adıdır. Bu medeniyet ne yalnızca bir hanedanla sınırlıdır ne de sadece bir coğrafyada doğmuştur. Türk milleti, tarih boyunca Asya bozkırlarından Avrupa steplerine, Çin sınırlarından Orta Doğu çöllerine kadar onlarca büyük devlet ve kültür inşa etmiştir.
Teoman’dan Bilge Kağan’a, Balamir’den Timur’a: Gerçek Atalarımız Kimlerdi?
Türklerin yazılı tarih yolculuğu M.Ö. 3. yüzyılda Mete Han’ın babası Teoman ile başlar. Asya Hun İmparatorluğu, Türk adını tarihin en erken dönemlerinde taşır. Sonrasında Avrupa Hunları ile Balamir ve Attila sahneye çıkar. Kavimler Göçü ile Avrupa’nın siyasi, kültürel ve sosyal yapısını kökten değiştiren Türkler, Roma İmparatorluğu’nu ikiye bölerken, aynı zamanda Avrupa’da bir çok Türk kökenli devletin de temelini atmışlardır.
Göktürkler, Türk adını ilk kez devlet adı olarak kullanan, Orhun Yazıtları ile devlet ve millet kavramını dünyaya duyuran atalarımızdır. Bilge Kağan’ın “Üstte mavi gök çökmedikçe, altta yağız yer delinmedikçe, Türk milleti, ilini, töreni kim bozabilir?” sözleri hâlâ kulaklarda çınlamalıdır.
Uygurlar, yerleşik hayata geçen, matbaayı, kâğıdı, edebi dili geliştiren, sanat ve düşünceye değer veren bir Türk milletidir. Türk medeniyetinin kültürel boyutunu inşa eden büyük bir damardır. Onları tanımadan Türk kültürü eksik kalır.
Karluklar, Karakhanlılar, Peçenekler, Kıpçaklar, Hazarlar, Avarlar, Oğuzlar, Kumanlar, hepsi Türklüğün farklı zamanlardaki yansımalarıdır. Selçuklular, Anadolu’yu Türk yurdu yapan medeniyet öncüsüdür. Büyük Selçuklu, Melikşah, Alparslan gibi isimlerle tarihe mühür vurmuştur. Bunları bilmeyen, bilse de hissetmeyen biri, ne yazık ki Türklüğü yüzeysel yaşar.
Timur, Batı’nın “Tamerlane” dediği, Doğu’nun korkuyla karışık hayranlık duyduğu bir Türk hükümdarıdır. Bilim adamlarını korumuş, Semerkand’ı bir bilim merkezine dönüştürmüş, Türk-İslam medeniyetine yön vermiştir. Onu yok sayan tarih, eksik kalır.
Ve Osmanlı… Elbette ki büyük bir devlettir. Cihan imparatorudur. Lakin Osmanlı’nın da bir kökü vardır: Oğuz Kağan, Bozok kolu, Kayı boyu… Osmanlı da bir daldır Türk tarih ağacında. Ne ilkidir, ne de son.
Sadece Osmanlı demek, bin yıllık tarihe nankörlüktür.
Bugün ekranlarda, meydanlarda ya da sosyal medyada “Osmanlı torunuyuz” diye böbürlenenlerin büyük çoğunluğu, ne Göktürk’ü bilir, ne Uygur’u tanır, ne de Attila’nın Avrupa’daki izini takip eder. Teoman’ı duymamıştır. Mete Han’ı anlat desen, dizilerden alıntı yapar. Oysa Türk milletinin tarihsel belleği, yalnızca son 600 yıldan ibaret değildir. 6000 yıla dayanan bir yolculuktur bu. Kanla, alın teriyle, kılıçla, kalemle yazılmış bir destandır.
Türklük; bir etnik aidiyetten çok daha fazlasıdır. Bir medeniyet kimliğidir.
Kendisini sadece bir imparatorlukla tanımlayanlar, bu kimliği daraltır, yozlaştırır, sıradanlaştırır. Oysa Türk olmak; Bilge Kağan gibi düşünebilmek, Alparslan gibi feda edebilmek, Timur gibi strateji kurabilmek, Kaşgarlı Mahmud gibi yazabilmek, Dede Korkut gibi anlatabilmek demektir.
Bugün Türk milleti bir yol ayrımındadır. Ya köklerini yeniden tanıyacak, köklerinden aldığı kuvvetle geleceğini kuracak ya da sadece geçmişin bir sahnesine takılıp kalacaktır.
Atasını tanımayanın yolu pusulasız kalır.
O yüzden gençlerimize diyoruz ki:Teoman'ı da bil, Mete'yi de tanı. Balamir'i oku, Bilge Kağan'ı anla. Timur'u araştır, Uygur’u hisset.Osmanlı'yı da bil ama onunla sınırlı kalma.
Çünkü sen sadece Osmanlı torunu değil, binlerce yıllık Türk medeniyetinin mirasçısısın.