Türkiye’de birçok vatandaşın başına gelen ortak bir mağduriyet var. Adrese gelen resmi tebligatlar, evde bulunamayan kişiler adına mahalle muhtarlıklarına bırakılıyor.
Ve ne yazık ki buradaki temel sorun da işte tam bu noktada başlıyor.
Muhtar, tebligatı sadece muhafaza etmekle yükümlü. Yani size ulaşıp “Tebligatınız burada, gelip alın” demek gibi bir sorumluluğu yok.
Peki vatandaş ne yapsın?
İcra takipleri, dava dosyaları, mahkeme kararları, borç bilgilendirmeleri, noter ihtarnameleri ya da süreli başvuruya tabi resmi yazışmalar...
Bunlar size ulaşmadığı takdirde, sadece bilgi kaybına değil, hak kaybına da sebep olur.
Oysa tebligat hukuku çok açık. Tebligat muhtara bırakıldıysa ve siz almamış olsanız bile, yasal süre işler. Ve siz, hiçbir şeyden haberiniz olmadan yargılamada “haberdar edilmiş” sayılırsınız.
Bu, sadece bir adaletsizlik değil, aynı zamanda bir sistem boşluğudur. Bir başka deyişle: vatandaşla devlet arasında “köprü” olması gereken muhtarlık makamı, artık sadece tabela düzeyinde bir varlık hâline dönüşmüştür.
Yasal boşluk: Görev var, sorumluluk yok
Tebligat Kanunu açık.
“Muhtar, kendisine bırakılan tebligatı muhafaza etmekle yükümlüdür. İlgiliye bildirmekle mükellef değildir.”
Yani muhtar sadece emaneti korur, ne ilgilisini aramak zorunda ne de bir mesaj atmakla yükümlü. Bu yasa maddesi, dijital çağda yazılmış gibi değil; adeta Osmanlı’dan kalan bir alışkanlığın kâğıda dökülmüş hali gibi.
Peki böyle bir sistemde halkın mağduriyeti kimin sorumluluğunda? Bu mağduriyetin yükünü neden vatandaş taşıyor?
Muhtarlık Kurumu: Fonksiyonel mi, sembolik mi?
Türkiye'de 50 binden fazla muhtar görev yapıyor. Her birinin maaşı, sosyal güvenliği, büro giderleri devlet bütçesinden karşılanıyor. Ancak vatandaşların çoğu artık şunu sorguluyor:“Muhtar ne işe yarıyor?”
Birçok kişi için muhtarlık sadece;
İkametgâh belgesi alacakları bir yer,
Seçim zamanı sandık kurulu görevi verilen bir adres,
Tebligatın bırakıldığı ama haber verilmediği bir durak…
Hal böyleyken, modern toplumun ihtiyacına cevap veremeyen, bilgi akışını sağlayamayan bir yapının devamlılığında ısrarcı olmak, sadece bütçeye yük değil, aynı zamanda vatandaşa zulümdür.
ÇÖZÜM ÖNERİLERİ: TEKNOLOJİ VAR, İSTEK YOK
Bugün teknolojinin geldiği nokta ortada. Bir SMS sistemiyle, hatta basit bir WhatsApp hattıyla bile muhtarlar, kendilerine bırakılan tebligatı vatandaşlara anlık olarak bildirebilir. Bunun için devlet destekli bir yazılım, merkezi bir tebligat paneli ya da entegre edilmiş E-Devlet uygulaması üzerinden bildirim seçeneği kurulabilir.
Ama neden yapılmıyor?
Cevap net: Çünkü kimse bu sistemin güncellenmesi için sorumluluk almıyor. Ne yasa koyucu ne yerel yönetimler ne de ilgili bakanlıklar… Oysa sistemsel her boşluk, bireysel mağduriyete dönüşüyor.
MUHTARLIK KALDIRILSIN MI?
Bu soruyu artık yüksek sesle sormak gerekiyor.Eğer muhtarlar birer yerel yönetim temsilcisi olacaklarsa yetkiyle birlikte sorumluluk da taşımalılar.Eğer sadece sembolik bir pozisyon olacaklarsa, vatandaşın sırtına yük olan bir “makam masrafı” olmaktan çıkmalılar.Ve eğer hiçbir şekilde sistemin etkin bir parçası olmayacaklarsa, o zaman bu makam kaldırılmalı ya da radikal biçimde dönüştürülmelidir.
HAK ZAMANINDA BİLDİRİLMELİ
Bir icra dosyasının bildirimi, bir mahkeme kararının duyurulması ya da borcun tebliği gecikirse olan sadece devlete olmaz. Olan vatandaşa olur. Hem maddi hem hukuki hem de psikolojik olarak…
Bu nedenle artık şu gerçeği kabul etmek gerekiyor: “Habersiz bırakılan vatandaş, devlete güvenini yitirir.”
Ve unutulmamalıdır ki, güvenin olmadığı yerde, ne hukuk işler, ne de adalet yaşar.