Bir zamanlar işçi hastalıkları denince akla ilk gelen akciğer tozlanmasıydı…
Sanayinin içinde çalışan emekçiler, ağır metallere, kömür tozuna, maden partiküllerine maruz kalır, hastalığın adı meslekle anılırdı. Pnömokonyoz, silikozis, asbestoz gibi rahatsızlıklar işçi sağlığı gündeminin merkezindeydi. O dönemler bu tür hastalıkların toplam hastalıklar içindeki oranı yüzde 2 civarındaydı.
Peki şimdi ne oldu da tablo böylesine değişti?
Sokaktan, sanayiden, işyerinden eve kadar giren plastik ve kimyasal dalgasıyla karşı karşıyayız. Fark etmeden her gün içtiğimiz suyla, yediğimiz gıdayla, soluduğumuz havayla birlikte vücudumuza binlerce mikro plastik parçacık giriyor.
İlk büyük patlama su şişeleriyle oldu. Camdan vazgeçtik.Pet şişeler hayatımıza girdi. Ardından damacana sistemleri geldi.
Şeffaf, kullan-at kültürü… Sonra bez bakkal çantalarımızı terk ettik, poşetle tanıştık.Her yeni ‘rahatlık’, bize görünmeyen bir bedel ödetti.
Bugün bir pet şişe suyunu içtiğinizde, o şişeyle birlikte yüzlerce mikroplastik partikülü de bedeninize giriyor.Marketlerden alınan pirinç, susam, mercimek gibi temel ürünlerin bile 3D yazıcı ürünü gibi işlem gördüğü iddiaları var. Çayın poşetleri, karton bardaklar, tek kullanımlık tabaklar, sıcak suyla temas ettiğinde çözünerek içeceğimize karışıyor. Sıcak suda plastiğin parçalanması, içtiğiniz çayın artık çay değil, kimyasal karışım olduğu anlamına geliyor.
Tarım ürünlerine gelirsek...Tarlada yetişen her domates, biber, salatalık artık birer "ilaçlı bomba".Tarım ilaçları, pestisitler, hormonlar, kalıntılar...
Toprağımız zehirlenmiş, su kaynaklarımız kirlenmiş, arılar bile yönünü şaşırmış durumda.Bir zamanlar analarımızın kurduğu turşular bozulmazdı. Şimdi en doğal ürün bile dolapta bir hafta dayanamaz halde.
Bu ülkede artık sadece işçi değil, sokaktaki çocuk bile risk altında.Soluduğumuz hava, içtiğimiz su, yediğimiz gıda sağlığa değil, hastalığa hizmet ediyor.
Peki sorumlular kim? Başta Sağlık Bakanlığı ve Tarım ve Orman Bakanlığı olmak üzere, Tarım İl Müdürlükleri, Denetim Kurulları, Halk Sağlığı Enstitüleri, Tüketici Koruma Birimleri…
Bu ülkede kamu kurumları artık sadece tabela görevi görmemeli.
Gıda üretiminden, paketlemeye; tarımsal denetimden, ambalaj malzemelerine kadar sıkı, bağımsız ve tarafsız denetimler yapılmalı.
Üreticiye teşvik kadar disiplin de sağlanmalı.
Bu gidişle kaybedeceğimiz tek şey sağlığımız olmayacak; geleceğimiz, çocuklarımız, toprağımız, hatta ülkemiz de geri dönülmez bir yola girecek.
Bir kez daha sesleniyorum: Bu ülkeyi denetleyin! Market rafını, tarla toprağını, su kaynaklarını, ambalaj fabrikalarını, etiketlerin arkasını denetleyin.
Bugün görmezden gelinen her risk, yarının büyük felaketine dönüşebilir.
Türkiye'nin geleceğini; kâr hırsıyla değil, akıl, bilim ve vicdanla yönetelim.