Hava Durumu

Kapalı göz açılınca

Yazının Giriş Tarihi: 21.09.2021 10:05
Yazının Güncellenme Tarihi: 21.09.2021 10:05

1970'li yıllardaki siyah beyaz filmlerde pek çoğumuzun hatırlayacağı gibi değişmez bir sahne vardı.

O sahne geldiğinde yolda yürürken kendisine bir araç çarpan yada kafasını duvara vuran bir vatandaşımızın gözleri görüyorsa o andan itibaren görmez, görmeyen gözler an itibarı ile açılır, hatırladıkları varsa unutur yada unuttuğu ne varsa bir anda hatırlardı.

Yıllar yılı tanıdığımız, huyunu suyunu bildiğimiz insanların alışkanlıklarını tam tersi bir yöne doğru değiştirdiklerini görünce önce yadırgıyoruz.

Alışkanlıklarını değiştirdiğimiz dostlarımıza tam "Yahu ne yapıyorsun, ne oldu sana?" diye sormaya niyetlendiğimizde kendimize bakıyoruz ve o andan itibaren "Herkesin hayatı kendine" dedikten sonra, bizim de hangi noktada değişim geçirdiğimizi yorumlamaya başlıyoruz.

Yanlış hatırlamıyorsak Sezen Aksu seslendiriyordu:

"Zaman sadece birazcık zaman
Geçici bu öfke, bu hırs, bu intikam
Acılarımız tarih kadar eski
Alışkanlıklarımız bile sıradan." 

diye başlayan ve devam eden şarkıyı.

Geçip giden yıllar içerisinde daha rahat bir hayat sürme adına mücadele veren insan, bu süre zarfında kendisinin de hoşuna giden bir takım alışkanlıklar kazanıyor.

Ancak aynı insan kazandığı bu alışkanlıkları günü geldiğinde terk edeceğini, en azından değiştirebileceğini düşünen insan bir bakıyor ki sıradan bir hale gelen alışkanlıklarının esiri olmuş.

Hayat zor. Son derece zor olan bu hayat süresince ayakta kalabilmek önce kendisini, sonra da kendisinden sonra gelen nesilleri rahatlatacak çareler düşünmeye başlayan insanoğlu, istediklerinin çok az bir kısmına sahip olduğu an itibarı ile ömrünün büyük bir kısmının da geçip gittiğinin farkına son anda varıyor.

Bulunduğu noktadan daha ileri bir yere gitmesinin artık mümkün olmadığını gören insan, o andan sonra yılların kendisine kazandırdığı ve sıradan olarak gördüğü alışkanlıklarının peşine düşüyor. Hemen her gün tekrarlamaktan başka çaresinin olmadığını, alışkanlıkları ile kardeş kardeş yaşamak zorunda kalıyor.

Biz 1980’li yılların ikinci yarısında şu an bulunduğumuz yere geldik. İşimizi kuralım, evlenelim diye düşünürken, hiç beklemediğimiz ve istemediğimiz bir anda kendimizi siyasetin tam ortasında bulunca, bugün artık terk etmekte zorlandığımız alışkanlıklarımız ile de sıra sıra tanışmaya başladık.

Hayatımızın en verimli 30 yılını alan ve bizden çok şey götüren siyaset vesilesi ile toplum tarafından ciddi bir insan olarak bilinmeye, sözüne güvenilmek zorunda olmaya, yok demenin suç sayıldığı, gece gündüz ihtiyacı olanın yardımına sorgusuz sualsiz koşmaya yönelik alışkanlıklarımız hep o dönemlerde oluştu.

Yıllar içerisinde yukarıda yazdığımız alışkanlıklara daha fazlası katılınca asla kıpırdama imkanı olmayan, biraz toplumun bizi yönlendirdiği noktaya doğru gitmek zorunda kalan, biraz da alışkanlıklarımızın artık hayat nizamı olmasından dolayı var olan çemberin dışına çıkamayan bir noktada bulduk kendimizi.

Uzun yıllar yaşadığımız çevrenin dışında bir dünya olmadığını sandık.

Siyaseten edindiğimiz arkadaşlarımızdan başka bir grubun var olacağına asla inanmadık.

Özellikle dini bayramlarda ev halkı ile bayramlaşmak yerine mensubu bulunduğumuz siyasi parti tarafından hazırlanan ve daha bayramın birinci günü uygulamaya konulan bayramlaşma programına katılmak gibi akıla ziyan alışkanlıklar kazandık.

Özel bir hayatımız olmadı.

Rahmetli Abdurrahim Karakoç’un;

"Yarı aç yarı tok yaşayıverdik
Evlenmeden daha boşayıverdik
Derdi ızdırabı taşıyıverdik
Uslu nazlı bir dünyamız olmadı." 

dediği zamanlar bizim için sanki alın yazısı oldu çıktı.

Büyüklerimizin yanında çocuklarımızı sevemedik.

Siyasete ayırdığımız zamandan biraz kısıp ev halkı ile şöyle herkesi memnun edecek bir tatile gidemedik.

En son akraba ziyaretine ne zaman gittiğimizi hatırlamıyoruz bile.

Akrabalarımızın bize "Yahu sen ne biçim bir insansın. Bir gün kapımızı açmıyorsun, böyle akrabalık olur mu ?" şeklindeki şikayetlerini hep savuşturmak zorunda kaldık.

Siyaset etme alışkanlığından kurtulup mesela sinemaya gitmeyi, tiyatro seyretmeyi, çoluk çocuk güzel bir konser dinlemeyi zaman israfı saydık. Kültürel alanlardaki etkinlikleri bir ömür boyu herhangi bir siyaset ya da düşünce adamını dinlemek olarak kabul ettik.

Yıllar yılı onlar anlattı, biz dinledik.

Birden baktık ki başta ev halkı olmak üzere yakın çevremizin bir tamamı bizden şikayetçi.

İşin kötü tarafı siyaseten peşine düştüğümüz dava büyüklerimizin yaptıkları yanlışları kendileri ile paylaştığımızda anında muhatabımızdan "Yüksel Ercan komünistlik yapıyorsun" cevabını alınca, bir şeylerin ters gittiğini ve ters giden o alışkanlıklardan süratle kurtulmamız gerektiğinin farkına vardık.

Bizi bir ömür boyu sarıp sarmalayan ve hiçbir faydasını görmediğimiz alışkanlıklarımızdan bir anda kurtulmak elbette kolay değil ancak hayatımızı zorlaştıran alışkanlıklardan vazgeçmeden, rahat yüzü göremeyeceğimiz de artık aşikâr.

Yükleniyor..
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.