Ülkemizde son yıllarda sağlık sektöründe yaşanan bazı skandallar, vatandaşlarımızın güvenini sarsmaya başladı. Sağlık hizmetleri, devletin en kritik görevlerinden biri olan "sağlıkta eşit erişim" ilkesine dayansa da, bazı karanlık güçler bu sistemi istismar etmekte ve halkın sağlığını tehlikeye atmaktadır.
Bu durumun en son örneği, Mustafa Kemal Zengin adında bir kişinin kendisini müsteşar olarak tanıtarak devleti tehdit ettiği ve hastanelerde çeşitli çeteleşme suçlarına bulaştığı iddialarıyla gündeme gelmiştir.
Mustafa Kemal Zengin, devletin en üst düzey sağlık yönetim organlarını hedef alarak, sağlık sistemini kendi çıkarlarına göre şekillendirmeye çalışmış bir isim olarak karşımıza çıkıyor. Devletin en temel görevlerinden biri olan vatandaş sağlığını koruma misyonunu zayıflatmaya yönelik bu girişimler, ne yazık ki karşılık bulmuş ve sağlık bakanlığı ve hastane yönetimlerinin sessizliğiyle büyümüştür.
ÇETELEŞME VE HASTANELERDE SUİSTİMALLER
"Hastanelerde yeniden doğan çetesi" olarak adlandırılan bir suç yapılanması, sağlık sektörüne sızmış durumda. Bu çetenin amacı, sağlık sistemini içten zayıflatmak, vatandaşların güvenini sarsmak ve hizmet kalitesini düşürmek gibi iddialarla gündeme gelmiştir. Bu suç örgütleri, hastanelerde görev yapan bazı doktorlarla iş birliği yaparak çeşitli yolsuzluklar ve usulsüzlükler gerçekleştirmiştir.
Bu durumun vahim tarafı, bazı doktorların da bu kirli düzene hizmet ediyor olmasıdır. Mesleklerini insan hayatını kurtarma ve iyileştirme amacıyla seçen sağlık çalışanlarının bir kısmının böylesine bir yapılanmaya dahil olması, güveni ciddi anlamda zedelemiştir. Peki, bu noktada Sağlık Bakanlığı ne yapıyor?
SAĞLIK BAKANLIĞI’NIN SESSİZLİĞİ
Sağlık Bakanlığı'nın, bu suç şebekelerine ve sağlık sistemini tehdit eden unsurlara karşı tavrı ne yazık ki yeterince sert değil. Ortaya atılan bu iddialar ve suçlamalar karşısında halk, hükümetin acil ve sert önlemler almasını beklerken, bakanlığın ve hükümetin suskun kalması endişe verici bir tablo oluşturuyor. Bir ülkenin sağlık sisteminin bu kadar kritik bir aşamada zarar görmesine göz yummak, devleti ve halkı derinden yaralayan bir tavırdır.
Vatandaşlar, güvenle başvurdukları hastanelerde tedavi olmaktan çekinir hale gelmişse, bu durumu ciddiye almak zorundayız. Devletin yetkili organlarının ve özellikle sağlık sektörünü düzenleyen mekanizmaların sessizliği, bu suçların ve çeteleşmenin daha da büyümesine yol açabilir.
HALKIN TEPKİSİZLİĞİ: KORKU VE UMUTSUZLUK
Peki, bu noktada halkın tepkisi ne durumda? Ne yazık ki halk, bu tür olaylara karşı yeterince bilinçli ve örgütlü bir tepki gösteremiyor. Uzun yıllardır sağlık sektöründe yaşanan yozlaşmalar ve suistimaller karşısında vatandaşların pasifliği, toplumun umutsuzluğundan kaynaklanıyor olabilir. Devletin koruyucu kalkanının sarsıldığını düşünen halk, artık herhangi bir tepkinin sonuç getirmeyeceğine inanıyor.
Hükümetin ve sağlık bakanlığının bu olaylar karşısındaki sessizliği, halkın da tepkisiz kalmasına neden oluyor. Ancak bu sessizlik, daha büyük bir sorun yaratıyor. Devletin varlığını ve adaletini sorgulayan vatandaşlar, her geçen gün daha da umutsuz hale geliyor. Oysa bu noktada halkın güçlü bir sesle bu olayların üzerine gitmesi, yetkilileri daha hızlı harekete geçirebilir.
ÇÖZÜM: SAĞLIKTA ŞEFFAFLIK VE HESAP VEREBİLİRLİK
Bu noktada sorulması gereken soru şu: Nasıl bir çözüm üretilmeli? Sağlıkta çeteleşmenin, yolsuzluğun ve suistimallerin önüne geçmek için öncelikle şeffaflık şart. Sağlık sektöründeki tüm karar alma mekanizmaları, halkın gözü önünde olmalı ve hesap verebilir bir şekilde işlemlerini gerçekleştirmelidir. Sağlık Bakanlığı, hem halkın hem de devletin güvenini yeniden kazanmak için bu tür olaylara karşı sıfır tolerans politikası benimsemeli ve hızlıca harekete geçmelidir.
Ayrıca, halkın bilinçlendirilmesi ve sağlık hizmetlerine erişimlerinin güvence altına alınması için eğitim kampanyaları düzenlenmeli, halkın bu konuda daha aktif ve bilinçli olması sağlanmalıdır.
Sonuç olarak, sağlık sisteminde yaşanan bu tür tehditler, sadece birkaç kişilik çetelerin sorunu değildir. Bu, devletin ve toplumun bütünlüğünü tehdit eden büyük bir meseledir. Sessiz kalmak yerine, hükümetin, bakanlığın ve halkın el ele vererek bu tehditleri bertaraf etmesi, ülkemizin geleceği için hayati öneme sahiptir.
Sessizliği değil, çözümü konuşmalıyız. Bu süreçte sorumluluk, sadece devlette değil, halkta da olmalıdır. Tepki göstermeli, hakkımızı aramalı ve daha şeffaf, hesap verebilir bir sağlık sistemi için mücadele etmeliyiz.