2026 yılına geldik. Takvim ilerliyor, rakamlar değişiyor, tabelalar büyüyor, ama sofradaki ekmek küçülüyor.
Resmî açıklamalara göre asgari ücret 22 bin 104 lira.
Kâğıt üzerinde bir artış var, ama bu artış ne sofraya et, ne tencereye yemek, ne de eve huzur koyabiliyor.
Çünkü bu maaşla aynı şehirde, aynı mahallede bir evin kirası 25 bin liradan başlıyor.
Yani daha maaşı eline almadan, insanın emeği kiraya gidiyor.
Ayın daha ilk günü, cebine girmeden cebinden çıkıyor.
Asgari ücretle geçinen milyonlar, hayatla değil; artık sadece hayatta kalmakla mücadele ediyor.
Bir yanda emeğiyle yaşayan, sabahın köründe yollara düşen, akşamın karanlığında yorgun argın evine dönen insanlar… Diğer yanda “piyasa böyle” deyip vicdanını susturan bir sistem…
İşte bu ikisinin arasında bir yerlerde, vicdan ile cüzdan arasında kalıyor insan.
BİR EV DEĞİL, BİR SIĞINAK ARAYIŞI
Bir zamanlar ev, bir ailenin sıcak yuvasıydı. Şimdi ise ev, çoğu insan için ulaşılmaz bir lüks, bir hayal, bir “imkânsız ihtimal.
”Kiracı olmak artık sadece ekonomik değil, psikolojik bir yük. Her ayın sonunda “acaba ev sahibi zam yapar mı?”, “çıkmamı ister mi?” endişesiyle uyumak...
Birçoğu için ev artık huzurun değil, kaygının simgesi.
Ev sahipleri de elbette kendi derdinde. Onların da faturası, vergisi, geçim sıkıntısı var. Ama bu tabloya baktığında insan sormadan edemiyor: Bu kadar acımasız bir denge olabilir mi?Birinin barınma hakkı, diğerinin yatırım aracına dönüşebilir mi?
Barınma, bir insanın en temel hakkıdır. Ne lüks, ne ayrıcalıktır. Bir çocuğun odasında güvende hissetmesi, bir annenin mutfağında huzurla yemek pişirebilmesi, bir babanın akşam işten dönüp başını sokacak bir yeri olması, en doğal haktır.
Ama 2025 Türkiye’sinde bu hak, giderek bir ayrıcalığa dönüşüyor.
SERBEST PİYASA MI, VİCDANSIZ PİYASA MI?
“Serbest piyasa” kavramı artık bir bahaneye dönüştü. Birileri kirayı 25 binden 40 bine çıkardığında, “piyasa böyle” diyor.Ama kimse sormuyor: bu piyasa kimin için böyle?İnsan emeği, alın teri, geçim derdi bu kadar kolay mı görmezden gelinir?
Ekonomi dediğimiz şey yalnızca rakamlar değildir.
Ekonomi, insanın yaşam kalitesidir; sabah çocuğuna süt alabiliyor mu, akşam tenceresinde çorba kaynıyor mu, ısınabiliyor mu, uyuyabiliyor mu?
Bir toplumda bu soruların cevabı “hayır”a dönmeye başlamışsa, orada ekonomi büyümüyor — sadece insanlar küçülüyor.
ASGARİ ÜCRET, ASGARİ YAŞAM
Asgari ücret, bir insanın yaşaması için belirlenen en alt sınır olmalıydı. Ama artık o sınır, yaşamanın değil yaşam mücadelesinin adı oldu.
Asgari ücretle geçinen biri, ev kiralayamıyor, faturalarını ödeyemiyor, pazardan meyve alamıyor. Yani “asgari” olan şey artık insan onuru oldu.
Bir ülke, insanını geçindiremiyorsa; ne kadar yüksek binalar dikerse diksin, o binaların içinde huzur yoksa, refah yoksa, büyüme sadece kâğıt üzerindedir.
VİCDAN NEREDE BAŞLAR, CÜZDAN NEREDE BİTER?
Belki de asıl sorulması gereken soru bu:Vicdan nerede başlar, cüzdan nerede biter?
Bir ev sahibinin “Benim de geçimim zor” demesi elbette anlaşılır.
Ama karşısındaki kiracının da insan olduğunu unuttuğunda, işte orada vicdan biter.
Bir market zinciri, bir kalem malı iki katına çıkardığında, “Maliyet arttı” demesi belki doğrudur.
Ama aynı zamanda milyonlarca insanın temel ihtiyaçlarını karşılayamaz hâle geldiğini görmezden geldiğinde, işte orada ahlak eksilir.
Toplum olarak “Ben kazanayım da gerisi önemli değil” anlayışına teslim olduk. Ama o “gerisi” aslında hepimiziz. Çünkü bir ülkede kimse barınamıyorsa, kimse gerçekten huzurla yaşayamaz.
Bir Umut Cümlesiyle Bitirmek Gerekirse…
Belki bugün her şey zor, ağır ve haksız görünüyor. Ama hiçbir toplum, adaletsizliğe sonsuza kadar dayanmaz.
Bir yerden sonra vicdan, sessiz kalamaz.
Birileri hâlâ “piyasa böyle” derken, birileri “insanlık böyle olmamalı” demeye devam eder.
Belki o zaman, vicdan ile cüzdan arasında kalmak zorunda olmayız.
Belki o zaman, maaş kirayı değil; hayatı karşılar.
Ve belki o zaman, evler yeniden yuva olur, insanlar yeniden insan gibi yaşar.